05 Aralık 2006

Afrika'ya tepeden bakış


_Casimir Zagourski, aslen Leh olan 1880 Ukrayna doğumlu bir şahıs. Kendisi Rusya ve Polonya hava kuvvetlerinde asker olarak kariyer yaptıktan sonra 1924'te Afrika'ya göç etmiş. Şimdiki Kinshasa'ya, o zamanki adıyla Leopoldville'e yerleşmiş ve orada fotoğrafçılık kariyerine başlamış : Avrupalılar için kart postal fotoğrafları çeken bu adam bu arada Kongo Cumhuriyeti, Uganda, Ruanda, Burundi, Çad, Kenya, Kamerun, ve Kongo'nun yerel gelenekleri üzerine görsel belge niteliğini taşıyan önemli çalışmaların altına imza atmış.
eskiZamanlar|fotoĞraf|bağlantı

12 Kasım 2006

02 Kasım 2006

26 Ekim 2006

Bir zamanlar Nobel...

Kahramanımızın adı: Carl von Ossietzky. Alman bir yayıncı-yazar ve pasifist, yani savaş karşıtı. 1908'de, 19 yaşındayken, Alman Barış Derneği'ne üye olur. Çeşitli dergilere savaş ve militarizm karşıtı yazılar yazar. 1914'te askeri mahkemelerin yetki sahasını sorgulayan bir yazısından ötürü, "orduya hakaret" suçlamasıyla para cezasına çarptırılır. Askere alınır, 1916-1918 arasında Garp Cephesindedir.

>>>tanıl bora'nın radikal2'de yayınlanan yazısı

15 Ekim 2006

picture-history.com


_binlerce fotoğraf, eşsiz bir hazine:tarih poz verirken yakalanmıştır.
fotoĞraf|eskiZamanlar|bağlantı

09 Ekim 2006

Rare- Posterleri:Deli bi arşiv


eskiZamanlar|bağlantı

The Slent Film Still Archive


"my best girl", Mary Pickford ve Charles "Buddy" Rogers. yönetmen Sam Taylor. Pickford/United Artists, 1927

_amerikan sinema tarihinden fotoğraflar
eskiZamanlar|bağlantı

03 Ekim 2006

09 Eylül 2006

21 Ağustos 2006

Eva Downing Corey'in Seyahat Günlüğü


1900'de Eva Downing Corey adlı bir Avrupalı kadının Mısır, Anadolu, İstanbul ve Balkanlar'ı kapsayan gezisinde tuttuğu günlüğün tıpkı_yayımı. İngilizce bilmeyen okurun imdadına fotoğraflar yetişiyor.
eskiZamanlar|bağlantı

20 Haziran 2006

Türk Tütünü

_1900'lü yılların başı_ sigara reklamları, sigara kutuları
eskiZamanlar|bağlantı

1904 Rus-Japon Savaşı Posterleri


eskiZamanlar|bağlantı

16 Haziran 2006

03 Haziran 2006

24 Mayıs 2006

[sscb'de] gerçekleşmeden kalmış mimari projeler


5 Mayıs 1933'de Moskova, Sovyetler Sarayı için açılan mimari tasarım yarışmasının galibini ilan etti. Yarışmayı kazanan asıl versiyonu tepesinde bir "kurtulmuş proleter" heykeli bulunan yuvarlak hatlı gökdelendi. Mimar Boris M. Yofan, sarayın yüksekliğinin 220 metre olmasını planlıyordu ki bu yükseklik o sıralar dünyanın en yüksek binası olan yeni inşa edilmiş Empire State Building'in yarısını biraz geçiyordu.. Fakat daha sonra Stalin'in önerisiyle proleteryanın yerine dev bir Lenin heykelinin konulması görüşü kabul gördü. 1 Ocak 1934 tarihinde kabul edilen gözden geçirilmiş nihaî proje ilkinin neredeyse iki katı büyüklüğündeydi. (420 metre), şekli Empire State Building'e çok daha benzeyecek şekilde değiştirilmişti ve 70 metre yüksekliğiyle, bulutlara uzanan Lenin heykeliyle birlikte modern yapıların en yükseği haline gelecekti.
eskiZamanalar|yazının tamamı şurada

bu arada hayata geçirilememiş başka mimarî tasarım örnekleri şurada

SSCB posterleri


eskiZamanlar|bağlantı|kaynak

13 Mayıs 2006

Lenin Kremlin'de

Sovyet Propaganda Filmi

Sovyet Propaganda Animasyonları

Rüya Âlemi ve Felaket


..."Pruşevski! Bilim cesedi çürüyen insanları diriltmeye muktedir mi?"
"Hayır" dedi Pruşevski.
Zaçev gözlerini açmadan "Yalan söylüyorsun" diye suçladı onu. "Marksizim her şeyi yapabilir. O zaman nasıl oluyor da Lenin Moskova'da bozulmadan yatabiliyor? Bilimi bekliyor -diriltilmek istiyor."
(Rüya Âlemi ve Felaket, Susan Buck-Morss, Metis, 2004)
eskiZamanlar|yazının tamamı

09 Mayıs 2006


yıllardır anlatıp durduğumuz şu Pavlov ve onun tükürük manyağı yapılan meşhur köpeği meğer şunlar değil miymiş?!...
eskiZamanlar

bu fotoğrafta Atatürk'ün oturuşundaki karizmaya dikkatinizi çekerim aziz izleyenlerim... (fakat nerden buldum bu fotoğrafı hatırlamıyorum bunu, meçhul kaynaktan özür dilerim...)
eskiZamanlar

08 Mayıs 2006

14 Nisan 2006

Dünyanın En Güzel Kadını


...Ardında bir mucize geldi. Belçika’da yapılan yarışmada, Keriman Halis’in dünya güzeli seçilmesiyle Türkiye Cumhuriyeti onuncu yılına güzel bir armağanla girmiş oldu. Artık dümyanın en güzel kadınına sahip olamakla övünecek bir ülkeydik.
Keriman Hanım’a üç günde 30.000 tebrik telgrafı çekilmişti. Atatürk’ün bu konuda ilk açıklaması 3 Ağustos günü olmuştu: “Türk ırkının dünyanın en güzel ırkı olduğunu bildiğimden, Türk kızlarından birinin dünya güzeli seçilmesini tabiî buldum. “
eskiZAMANLAR|yazının tamamı

11 Nisan 2006

31 Mart 2006

amerika sahne sanatları fotoğrafları arşivi


_şuradan ulaşabilirsiniz

amerikan posta kartları (1901-1907)


1900'lü yıllar posta kartlarının altın yılı olmuştu. Özellikle Amerika'da 1906'da çılgınlık düzeyinde bir kart modası vardı. Telefonun lüks bir araç olarak henüz yaygınlaşmadığı bu günlerde insanlar, el yazılarıyla doldurdukları bu kartları caddenin hemen karşısındaki dostlarına ertesi günkü bir randevuyu haber vermek için kullanabiliyorlardı.
Daha sonra internet geldi ve akabinde mertlik bozuldu sevgili izleyenlerim... Yaa...
_şurada o yıllardan kalma Amerikan posta kartları sergileniyor.

29 Mart 2006

Halil Erdoğan

bi ara alaca diye bir ilçede öğretmenlik yapıyordum ben.
orada, kiracısı olduum yaşlı bir amca vardı. işte bu amca Gayri dayanamam ben bu hasrete/Ya beni de götür ya sen de gitme dizelerinin sahibi Halil Erdoğan'dı.
Halil Amca'yla Yalçın adında şeker bir arkadaşla birlikte yaptığımız bir muhabbetten aşağıdaki metin ortaya çıktı sevgili seyredenlerim...


Ben Halil Erdoğan. Alaca'nın Haydarın Köyü'nde 1928'de doğmuşum.
Eskiden köylerde aşık çok kıt idi. Bizim zamanımızda her köyde aşık bulunmazdı. Benim babam aşıklara çok meraklı bir adamdı. Ama çalınacak saz bile yoktu o zamanlar. Ancak düzensiz, perdeli ipten sazlar vardı.
Dedem Mustafa, seferberlikte 30 yıl muhtarlık yapmış. Dedemin gelen gideni çoktu,. Gelen ozanlara da çok meraklıydı. En çok Sivas'tan gelirlerdi. Bütün köy başlarına birikirdi geldiklerinde aşıkların. Üç-beş gün kalırlardı, boş gönderilmezlerdi.
Eskiden Cem'ler daha çok olurdu. Orada çalarlardı. Eski aşık malları'ndan söylerlerdi. Kendilerinin olanlar da vardı, olmayanlar da.
O sıralarda ben 9-10 yaşlarında var yoktum. Müziğe çok merakım vardı. Ozanların dizlerinin dibinde otururdum. Sonradan babam, Koyuncu Saray Köyü'nden teyzemin oğlu Duran Efendi'den ,kendisi çok iyi çalardı, O'nda bir bağlama vardı, onu emanet olarak getirdi, ama düzeni yok yani. Babam bir türlü sazı belleyemedi. Ben de babamdan saz boşalınca sazı elime alırdım. "Ulan Hasan Ağa, bunu sen çalamadın ama oğlun çalacak," derlerdi. Gelen aşıklardan çalınan havaları ezberlerdim.
Babamla kardaşım Ankara'ya işci olarak çalışmaya gittiler. Üç ay kadar çalıştılar. Babam Ankara'dan bir saz almış. Bi vakit de bu sazla idare ettik. Kendi kendime geliştirdim. Hiç usta görmedim. Köyde benden başka çalan yoktu. Beni köylere düğünlere götürmeye başladılar.
Askere gittim geldim. Bu ovaya Hüseyinova derler. Bir kış günü Aşık Veysel Hüseyinova'ya gelmiş dediler. Eskiyapar Köyü'ndelermiş. Yanına gittim. A...(okuyamadım) diye biri vardı yanında, bir de Küçük Veysel var. Sabah muhabbetinde, Hüseyin Ağa'nın hanesinde sabah çayı içildi. Aşık Veysel'e, "al sazını eline" dediler. Aşık Veysel bir boy gittikten sonra, "burada memleketinizin adamı var, bi den sen al bakalım sazını eline," dedi. Aşığın bir havasını çaldım. "aldım sazımı Elime"yi söyledim. "Halil bunu sen benden yeni mi belledin yok sa evvelden biliyor muydun?" dedi. "İnsanın kafası aynı tarlanın tohum ekmesine benzer,"dedi. "Bir tarlaya tohumu ekersiniz, o tohum toprağın içinde çillenir, topraktan çıkar, oka seğirtir, kelle çevirir, yeter. İnsanın beyni de buna benzer," dedi. "Bir daha çıkamaz," dedi. "Ustam," dedim, "şu benim bağlamamı bi eline al, perdelerini kontrol et" dedim. Perdelere baktı. "Halil, beni deniyor musun?" dedi, "perdelerin yerinde, sen bunun üzerinde durursan çok ilerletirsin," dedi.
Yanlarına katıldım, 1957'de. Bunlarla birlikte Hüseyinova'nın köylerini birlikte gezdik., bir ay dolaştık. Yürüye yürüye. Köy odalarında kalıyorduk. O zamanlar her köyde büyük, köyün bütün erkeklerini içine alabilecek kadar büyük, köy odaları olurdu. Aşıklık kışın olurdu. Yazın çalışır köylü. Aşıklığa ancak kışın zaman kalır.
Aşıklık demek başka bir şey. Hanesinde oturup çalamaz aşık. Dolaşır. Yokluktan varlıktan değil.
Ozan demek Hak'ka aşık olandır.
Cem'de ocakzadenin (dede'nin) postu ayrıdır. Bizimkine 'zakir postu' derler. 12 hizmet vardır. Toplanan kişilere dede vaz eder. Zakir postu da O'na karşılık verir. Veremeyen aşık sayılmaz. Şöyle ki: Dede vaaz ettiğinde sen tam O'nun bıraktığı yerden vaaz edilen konuya dair okuyabileceksin. Cem'de sonra üç deyiş okunur. Duaz edilir. (12 imamın isimlerinin geçtiği şiir) dede dua eder, bacılar ayağa kalkar, dede destur verir bacılar oturur. Sakka suyu dağıtılır, öğütler nasihatler edilir.
Cem'in dışında köy odalarında yapılan toplantıların da bir usulü vardır. Önce üç türkü söylenir. Araya muhabbet girer. Sonra oradakilerden biri "tel doğrusunu söyler aşık, hele şu sazı al eline," der.
Herkeste vardır bu aşıklık. Ama Cenab-ı Allah bazılarına daha fazla ilham vermiştir.
1957'den sonra çiftçilik yapmaya devam ettim. Marangozluk da var bende. Kış günleri düğünlere giderdim. Yazın marangozluk yapardım.
Kızlar bana aşıktı. Ama aşıklıkta bir gelenek var: Aşık olan vardığı evin ekmeğine hiyanet etmez, hiyanet edenin de aşıklığı da güvenirliği de kalmaz.
Bazen yazları Ankara'ya inşaatlarda çalışmaya giderdim. Bu gidişlerimin birinde, çalıştığım inşaatın bir bekçisi vardı, bir Pazar günü köyden bir arkadaşla, İtfaiye Meydanı'nda dolaşıyoruz. Orada gezerken biri elinde bir sazla geldi yanımıza. Elinden sazı aldım. Gerçek bir saz! "Gel bu sazı bana sat," dedim. "Satmam," dedi. "Bu sazı kaça aldın hemşerim?" dedim, "25 liraya" dedi. "Verirsem de 30'dan aşağıya vermem," dedi. 27 buçuk liraya indirtebildim. 25 liram çıktı, arkadaş da "geri kalanını ben veririm," dedi. Sazı aldık inşaata geldik. Akşam arkadaşlar birikti. Çaldım muhabbet oldu. Bekçi arkadaş, "ula Halil sen radyoevine git sana mutlaka çaldırırlar," dedi. Cesaret verdi. Bir ceket bir pantolon buldular. Radyoevine vardım. Selamın Aleyküm. Aleyküm Selam. Orada danışmadaki arkadaşa "yav," dedim, "ben burada Mustafa Sarısözen'i görmeye geldim." "O burda yok 15 dakika sonra gelir," dediler. Geldi. Tevazu ettim. "Hoş geldin," dedi. Eline eğildim, vermedi. "Amacın ne?" dedi, "mümkünse radyonuzda okumaya geldim," dedim. B kahve ısmarladı bana. "hay hay," dedi bana "radyoya sesiniz uygunsa her vatandaşın hakkıdır," dedi, " çıkar şu sazını bakalım," dedi. Her türküden bir kıta söyletti. "Perşembe günü gel şu iki türküyü söylersin,"dedi. "Kadir mevlam ne güzel yaratmış"ı okudum bir de "hasta düştüm bir mecalim kalmadı"yı. O sırada birader radyoevinin karşısındaki bakkala gitmiş, "radyoyu aç kardaşım türkü söyleyecek," demiş de inanmamış bakkal. İnşaattakiler alkışlamışlar.
62'de gittim bir de. "Yurttan Sesler"de okudum.
Bir dilekçe verdim radyoya. Beni istediler. Annem ölmek üzereydi. İmtihana çağırdılar gitmedim. İstemedim.
63'te Almanya'ya yazıldım. 6 sene kaldım orada.
Çalıştığım yerde bir Alman kadın vardı. Bana o Alman çok yakınlık gösterirdi. Sanırsın ki aramızda bir şey var, ama hiçbir şey yok. Bu yüzden niyeti nedir anlamak için birini gönderdim. Alman, arkadaşa "ben bu adamı kardeşim gibi seviyorum," demiş. Zaman geldi ben Almanya'dan ilişiğimi keserken helalleşmeye vardım. Kadıncağız bir haykırdı, gözlerinden baran gibi yaş akıyor. O beni o kadar etkiledi ki, o zaman uçak kıt, trenle geliyorum, sanki ağlaması hala gözlerimin önünde. Trende iki gündüz bir gecede yaptım türküyü:
Gayri dayanamam ben bu hasrete
Ya beni de götür ya sen de gitme
Ataşın aşkıyla yakma canımı
Ya beni de götür ya sen de gitme

(...)

Karaları giyip düşme peşime
Köz düşürdüm yüreğimin başına
Halil bak şu gözlerimin yaşına
Ya beni de götür ya sen de gitme

İşte döndük yeniden buraya. Aşıklığa da, çiftçiliğe de, marangozluğa da devam ettim. Birlik Partisi kurulmuştu bir ara. Aşıkları topladılar. Neşet Ertaş, Mahzuni Şerif, Kul Ahmet, Mahmut Erdal, Sultan Can, Eşref, Bilal Bozdağ, ben falan, Ankara'dan yola çıktık. Bursa, Adana, İstanbul, İzmir'i dolaştık.
Şimdi yaşlandım. Ama hala söylerim. Beni düğünlere çağırırlar. Hürmet gösterirler sağolsunlar. Geçenlerde belediye başkanı çağırdı, parkta söyledim, çok kalabalıktı, başkan plaket verdi bana.
Son sözümüzde şöyle olsun Hoca, bak dinle:
Yaptımsa bir eser kaldı
İşte günler tamam oldu
Ecel düdüğünü çaldı
Halil gider Sal içinde

12 Mart 2006


_dahası(16+)


_diğerleri


_daha fazlası



12 Aralık 1927'de Japonya tarafından Çin'in Nanking kentinde yapılan katliamda ölen 300 Bin insan ve tecavüze uğrayan 20 Bin kadının anısına hazırlanan web sitesi.



_dahası


_dahası


_dahası


1972'de Publitzer Ödülü'nü alan bu fotoğraf, Huyn Cong Köyü'ne Amerikalılar tarafından yapılan napalm bombalı saldırıdan kaçan çocukların acılarını 'belgeliyor'.


ilk fotoğrafta giysileri ve vücudu napalm ateşiyle kavrulan çocuğun adı Kim Phuc ve şu an Kanada'da yaşıyor. Şuradan Kim'le ilgili daha ayrıntılı bilgiye ulaşılabilir.
kaynak:orange blog



"lenin ve stalin smolny'de" Vladimirsky B. 1940s, canvas, oil, 137x159

daha fazlası




sovyet propaganda afişleri


_insan evladı bir zamanlar ne modalar şey olmuştur ki hey gidi hey:

About This Blog

Flickr PhotoStream


Top Horizontal Menu